Bazen ne kadar sabırsız davranıyoruz değil mi?

Sanki hepimiz hayatımızdaki acil konumuna geçmişiz ve bu duruma da bağımlıyız. Acil olmazsa olmuyor.

Başkalarının sırası olup olmadığını çok önemsemiyoruz.

Ne kadar süredir beklediklerini görmezden gelmeye çalışıyoruz…

Kendimizi, zamanımızı; diğerlerinden ve zamanlarından daha değerli görüyoruz. Kişisel önceliklerimiz önümüzdekilerin hakkını alma serbestisi veriyor bir haldeyiz.

Bunu en çok nerede görüyoruz?

Evet… Hemen hatırladınız, değil mi?

Trafikte yol alırken,

Hastane ve eczanede sıra beklerken,

Markette,

Bir de ben ekleyeyim; kuaför de…

“Gonca bak ojem kurumayacak”, cümlesini duyduğum anda bu sözün Gonca’ya değil bana söylendiğini anlamak çok zor olmamıştı. Aslında bu üçüncü kez, “bana öncelik verin, benim işim acil, ben önemliyim, ben değerliyim” mesajları ile karışık gelmeye başlamıştı bana… Nasıl mı? Ses tonu, içeriye girişi, çalışanları selamlayışı ve hitap edişi ile. İçeriye ilerledikten ve koltuğuna oturduktan sonra neler istediğini sıraladı. Kendisi ile ilgilenen 3 kişi varken, tüm ilgiyi istiyordu. Bekletilmeye gelemiyordu…

O anda “bu mesajı  Gonca’ya değil, bana söylemek istediniz herhalde, yaklaşık 3 saattir buradayım ve son iki dakikaya ihtiyacım var, işim bitmek üzere” diyecektim ki; dur dedim kendi kendime… Önce kendini kontrol et ve sakin ol. Sonra, her şey sözcükler ile yer bulmamalı hayatın içerisinde… Sözcükleri ne kadar seçerek kullanmaya gayret gösterirseniz gösterin, “ne söylediğimden çok, nasıl söylediğim önemli” derseniz deyin, karşınızdaki kişi, o algıyı yakalayamayacak bir ruh halinde ise; olumsuz sonuçlanabilir çünkü… Oysa sözcükler yerine, duruş ve tavrınız da bir cevaptır, değil mi? O stres yaşıyorsa, sen sakin ol… Zaten kuaför koltuğundaki işin iki dakika içerisinde tamamlanacak ise ve sonrasında sıra sabırsızlanan müşteriye geçecek ise, sakin ol…

Gonca tecrübe edindiği yılları boşa çıkartmayarak sakin bir şekilde “merak etmeyin” dedi. Beni de rahatlatmak istercesine sohbet edip, işini yaptı. Ben, görüntüde konuşmuyordum ama kelimelerdeki gibi sakin durmam da çok zordu. İşim bitti. Diğer salona doğru ilerledim.

Aslında rahat olmam gerekiyordu. Çünkü içinde bulunduğum ortam 20 yılı aşkın zamandır gittiğim kuaförümün salonundan başka yer değildi. Uzun yıllar boyunca devam eden ilişkilerim benim için önemli… Çünkü onları oya gibi işlersiniz, karşılıklı anlayış içerisinde olursunuz ve paylaşırsınız.

Beni o gün rahatsız eden aslında diğer müşterinin sabırsızlığı değildi. İşinin acil durumunu bahane ederek pervasızca davranması, konuşması ve bunları başarma veya ilişki kurma dürtüsü ile değil, bir yarışma olarak görme ve güç dürtüsünü kullanarak öne geçme, “ben kimim biliyor musun?” mesajını ortama yaymaya çalışması idi.

Hepimizin acil durumlara veya başkalarının acil durumlarına duyarlı olacak kadar duygusal zeka kullanması gerekiyor. Duygusal Zeka aslında iki yönlü… Önce kendimize kullanıyor ve uyguluyoruz.

Duygularımızı Kullanma, Duygularımızı Düzenleme ve Duygularımızı Anlama safhalarını geçiyoruz.

Sonra ise; Kendimizin ve Başkalarının Duygularını Tanımlamaya ve Yön Vermeye çalışıyoruz.

Yani önce can, sonra canan diyoruz bir deyişle…

Duygusal Zeka, hayatımızın diğer yarısı… Hatta artık hayatımızda başarının %80’inin Duygusal Zeka, %20’sinin Zihinsel Zeka’dan oluştuğunu ortaya koyan anket sonuçları var. Ne olacağımızı değil, ne kadar iyi olacağımızı ifade ediyor… Zihinsel Zeka; doktor, mühendis, avukat, işletmeci, yönetici olmamızda büyük rol oynarken; duygusal zeka da; diğerlerinden ayırt edecek şekilde iyi doktor, iyi mühendis, iyi avukat, iyi işletmeci, iyi yönetici olmamızı sağlıyor. Bizi daha başarılı kılıyor.

O gün kendimi kontrol ettim, hislerimin farkına vardım, sinirlendiğimde kendimdeki değişimin farkına vardım. Proaktif davranma gayreti içerisinde oldum. Yüzüm nasıldı bilemiyorum. Herhalde eskiden olsa, bağırmasam da, mırıldanırdım.

Hayatta sonunu düşünerek işe başlamazsak, duygularımızın esiri olursak; duygusal zekaya yol vermemiş oluruz.  Kendini Kontrol Etme yetkinliğine sahip değil isek; sonunun nereye varacağını hiç düşünmeden doğaçlama yaşamıyor muyuz tüm hislerimizi?

Oysa bir kez kendimizi kontrol etsek…

Rahmetli babaannemin söylediği söz hep kulaklarımda: “kızım, kızdığında bir şeyi söylemeden önce 3 kere yutkun!”, “hem sakinleşmiş olur, kendini kontrol edersin, hem de sakinleştikten sonra sonunun nereye varacağını anlar, o sinirli tavrının azalmaya başladığını görürsün…”

Babaannem haklıymış…

3 kere yutkunmak çok şey kazandırıyor…

Bulunduğumuz ortamdaki konumumuzu belirliyor, daha etkin ve sakin olmamızı sağlıyor…

Sevgiyle kalın,

 

Hafize KARGI